Silahlı kuvvetler organizasyonunda 'silahsız kuvvetlerce' gerçekleştirilen 28 Şubat darbesinin arkasında ABD ve İsrail'in bulunduğu çokça dile getirilen bir iddia. Maalesef ne İsrail'in ne de ABD'nin darbe sürecinde oynadıkları rol, dış ülkeleri suçlama kolaycılığına düşülmeden ele alınmadı. Hiç şüphesiz ki, dış aktörler 28 Şubat darbesinin gizli planlanan, hızlı ve kanlı yürütülen ve askerlerce gerçekleştirilen eski 'klasik darbe' formatında değil de yeni bir tarzda yapılmasını sağlayacak kadar önemliydi. Diğer yandan, medya, STK'lar, sendikalar, bazı politikacılar ve askerler gibi darbede rol alan yerel aktörler dış kuvvetlerce zorlanmış değillerdi. Rouquie'nin de dediği gibi, "Karayipler'de bulunan, doğrudan Amerikan himayesindeki ülkecikler de dahil olmak üzere Washington'un emirlerine pasif bir şekilde boyun eğen orduların sayısı azdır... Dış bağımlılıklar ordu davranışının şartlarını belirler ama ordunun davranışını birinci elden açıklamazlar." Yani Cook'un da belirttiği üzere "Türk ordusunun, hükümete karşı harekete geçmek için ABD'nin Erbakan hükümetinin düşmesi gerektiğini söylemesine ihtiyacı yoktu."
ABD'NİN DEĞİŞEN TAVRI
ABD, Refah-Yol Hükümeti kurulduğu andan itibaren 'Refah gitmeli' politikasını benimsemedi. Hükümetin attığı ilk adımlar da buna yardımcı oldu. Çekiç Güç'e verilen yetkinin hükümetin de desteğiyle Meclis'te uzatılması ABD tarafından son derece olumlu karşılandı. O dönem ABD Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi'nde çalışan Henry Barkey, ABD yönetiminin bu durumdan duyduğu memnuniyeti şu sözlerle dile getirdi: "Bizim için en kritik konu Irak'tı. [Erbakan] Seçim öncesi Çekiç Güç'e karşı olduğunu söyledi ama seçimden sonra tezkereyle Çekiç Güç'ü uzattı."
ABD'nin, Türkiye'nin ekonomik yaptırımlar uygulanan Irak'la imzaladığı anlaşmalardan sonra da "Türk Hükümeti'nin Irak'a ilişkin herhangi bir kırmızı çizgiyi ihlal ettiğini düşünmüyoruz... Türkiye'yi bölgedeki en güçlü destekçilerimiz ve dünyadaki en güçlü dostlarımız arasında görüyoruz" diyerek sürdürdüğü 'bekle ve gör' politikasından vazgeçiren adım Başbakan Erbakan'ın Libya ziyaretinde ABD ile ilgili söylediği sözler oldu. Başbakan'ın Libya'nın terörizmi destekleyen bir devlet olduğu yönündeki Amerikan beyanatlarına karşı "Bu bir propagandadır... (ABD'nin Trablus'a 1986'da düzenlediği saldırıyı kastederek) Terörden en büyük acıyı çeken Libya'dır" şeklindeki sözleri ve dış politikada daha bağımsız hareket etme arzusu iplerin tedricen kopmasına neden oldu.
ABD Dışişleri Sözcüsü, 7 Ekim 1996'da kendisine Erbakan'ın 'doğu seferi' hatırlatılınca 'en rahatsız edici olanın Libya ziyareti olduğunu' belirtti. Sözcü, 10 Ekim'de verdiği brifingde ise Erbakan'ın yorumlarının Washington'da hiç de hoş karşılanmadığını, "Laik bir demokrasi olarak Batı'nın parçası olan Türkiye'nin Libya'nın terörist faaliyetlerine son verme çabalarına katılması gerektiğini", normalde bir NATO müttefikine bu şekilde tepki vermeyeceklerini ama ellerinde başka seçenek kalmadığını söyledi.
1997'nin Şubat ayına gelindiğinde ABD'nin tavrı iyiden iyiye değişmeye başladı. Robert Satloff'un da belirttiği gibi, ABD ikinci seçeneği devreye soktu: "Siyasi değişime evet, darbeye hayır."
DARBEYE ŞARTLI ONAY
ABD'den darbeye şartlı onay geldiği, şartın da 'siyasi değişimin ülkedeki sivil demokratik maske düşürülmeden gerçekleştirilmesi' olduğu anlaşılıyor. ABD Başkanı Clinton 'demokrasi teşvikini' dış politikasının merkezine oturtmuşken Türkiye gibi Ortadoğu'nun iki buçuk demokrasisinden birinde yapılacak klasik bir darbe pek de hoş olmazdı. Tam da bu nedenle, Dışişleri Bakanı Albright 14 Haziran'da gazetelere yansıyan açıklamasında, "Türkiye'de siyasi değişikliğin demokratik bağlamda ve anayasaya aykırı hareket edilmeden gerçekleşmesi gerektiğini" söyledi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise, 16 Haziran brifinginde Türkiye'de gerekli yerlere ABD'nin üzerinde ısrarla durduğu 'Türkiye'de laik demokrasi devam etmeli' görüşünü bildirdiklerini, 'klasik darbe de dâhil olmak üzere anayasaya aykırı adımları onaylamadıklarını' söyledi.
Kısmen ABD'nin 'şartlı onayı' nedeniyledir ki 28 Şubat darbesi, kâğıt üzerinde demokratik gözüken anlamsız mitingler ve habercilik kılıfına uydurulan operasyonel gazete manşetleri ile 'kozmetik demokratik bağlam' korunarak, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. Maddesi gibi teoride anayasal gözüken yollarla yapıldı. Dış aktörler darbeyi değil, darbenin yöntemini belirledi, 'demokratik yollar kullanılarak hükümet istifa ettirildi.'